TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
TMMOB
Çevre Mühendisleri Odası
TMMOB ÇEVRE MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ 12.GENEL KURULUNA GİDERKEN...

TMMOB

ÇEVRE MÜHENDİSLERİ ODASI İZMİR ŞUBESİ

12.GENEL KURULUNA GİDERKEN...

 

       Şubemizin 12. Genel Kuruluna hazırlandığı bu günlerde dünya, bulunduğumuz coğrafya ve ülkemiz kritik bir dönemden geçiyor.  İnsanlığın, yaşamın, doğanın  küçük bir azınlığın kar aracı haline getirildiği anlayışın hakim olduğu bir dönemde Şubemizin genel kurulunu yapıyoruz.

Ülkemizde yıllardır  iktidar partileri değişirken; emeğin ve doğanın sömürüsü üzerine kurulmuş olan yönetim politikaları değişmiyor. Uzun yıllardır egemen kılınan ve çağdaş, katılımcı demokrasi  ile hiçbir ortak noktası olmayan yönetim anlayışı nedeniyle ülkemizin su kaynakları kirletilmiş, doğal varlıkları, orman alanları talan, tarihi zenginliklerimiz tahrip edilmiş, kentsel dönüşüm süreçleriyle kent yoksulları yerlerinden edilmiştir.   Bu adaletsiz ve bilim dışı politikalara karşı çıkan TMMOB ve Odamız yasal düzenlemelerle bakanlıkların denetimine alınarak işlevsizleştirilmeye çalışılmaktadır.

Doğanın ve emeğin sömürülmesi süreçleri bu dönemde tüm yıkıcı etkileri ile karşımızda durmaktadır. Ülkemizde ve kentimizde yurttaşlarımızın yaşam alanlarını ranta ve talana karşı korumak adına yaptığı mücadeleler; çevre sorunları ile toplumsal sorunlar arasında ayrılmaz bir ilişki olduğunu, çevrenin korunmadığı bir demokrasi olamayacağı gibi, demokrasinin olmadığı bir ülkede de çevrenin korunamayacağını göstermiştir.

Çevrenin ekonomik kalkınma adı altında ranta kurban edildiği günümüzde, " Çevre Görevlisi" kavramı ile Çevre Mühendisliğinin de bu rant sisteminin bir parçası olarak kullanılmasının yarattığı meslek gaspı ve bu hak gaspları sonucu meslektaşlarımızın katılmak zorunda bırakıldığı  eğitimler bir "RANT" aracına da dönüştürülmüş; mesleğini yapabilmek ve geçimini sağlayabilmek için bu duruma katlanan meslektaşlarımızın cebinden büyük miktarda haksız kazanç sağlanmaktadır.

Tüm bu uygulama, süreç, anlayış ve yapılanmaların biz çevre mühendislerinin sahip olduğu bilimsel bilgiyi doğa toplum ve ülke yararına kullanma ilkemizle örtüşmediği açıktır.

Diğer yandan; Odamızın yeni çalışma döneminde üyeleri ile birlikte daha güçlü bağ kurmuş, birimler arası ilişkilerde güven, dayanışma ve eşitliğe dayalı bir anlayışın hakim kılınması yalnızca güçlü bir oda yaratmak için değil aynı zamanda dünya görüşümüzün bir sonucu olarak zorunludur.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası İzmir Şubesi olarak; ülkemizde ve kentlerimizde doğal varlıklarımızın korunarak geliştirilmesini yaşamsal bir olgu olarak değerlendiriyoruz. Çevre korumanın en kalıcı teminatı olarak sosyal gelişimin sürekli kılınması ve katılımcı çağdaş bir yönetim anlayışının hayata geçirilmesinin önemini bir kez daha vurgulamaktadır. Bu anlayış ve inançla, Mersin Akkuyu ve Sinop`ta nükleer santrallara, Aliağa`da Kömürlü Termik Santrallere, Gaziemir`de Nükleer atıklara, Bergama ve Eşme`de siyanürlü altın madenciliğine, Gördes ve Turgutlu Çaldağ`da nikel madenciliğine karşı mücadele yürüten  toplum kesimleri ile dayanışma kararlılığımızı dile getiriyor, Bu süreçte taraf olduğumuzu; Yaşamın ve Kamu Yararı tarafında olduğumuzu tekrarlıyor; yurttaşlarımızın esenliği ve doğal varlıkların korunmasını esas alan yönetim ve çevre politikalarının hayata geçirilmesi konusundaki kararlılığımızı; örgütlü birliğimizi güçlendirerek,  ülkemizi adalet, eşitlik, barış ve bilim temelinde yeniden kurmak, insanımıza, doğamıza, yaşamımıza sahip çıkma inancımız ve kararlılığımızı paylaşıyoruz. 

Değerli meslektaşlarımız, şimdi ülkemize, insanımıza, doğamıza sahip çıkma zamanıdır.

Şimdi örgütlü birliğimizi güçlendirerek,  ülkemizi adalet, eşitlik, barış ve bilim temelinde yeniden kurmak zamanıdır.

Şimdi hep birlikte umudumuzun fidanlarını  büyütme  zamanıdır.....

                                               TMMOB

Çevre Mühendisleri Odası

İzmir Şubesi Yönetim Kurulu

 

 

TÜRKİYENİN ÇEVRE PROFİLİ

 

1982 Anayasanın 56. Maddesinde herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğunu, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini ödemenin devletin ve yurttaşların ödevi olduğunu belirtmektedir.

Ülkemizde Çevre Kanunu`nun yayımlanmasının üzerinden 30, Çevre Bakanlığı`nın kuruluşunun üzerinden ise 20 yıl geçmiş bulunuyor. Çevre Kanunu`nun yayımlanması sonrası arka arkaya Hava Kalitesinin Korunması (1986), Su Kirliliği Kontrolü (1988), Katı Atıkların Kontrolü (1991), Çevresel Etki Değerlendirmesi (1993) ve Tehlikeli Atıkların Kontrolü (1995) Yönetmelikleri yayımlanıyor. Çevre Kanunu`nun yayımlanmasından bu yana geçen süre zarfında yayımlanan yönetmelik sayısı 40`a ulaşmış durumda.

1991 yılında kurulan Çevre Bakanlığı 12 yıllık bir faaliyet döneminden sonra 2003  yılında Çevre ve Orman Bakanlığı`na dönüştürülüyor. 2011 yılına gelindiğinde ise, Çevre ve Orman Bakanlığı ikiye ayrılarak  Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kuruluyor. Böylelikle çevre yönetiminin en önemli unsurlarından birisi olan kurumsal süreklilik, bakanlığın sürekli olarak değişen, birleşen- ayrışan yapısıyla, ortadan kalkıyor, Çevre Bakanlığı önce Orman Bakanlığı`nın, günümüzde ise  Bayındırlık Bakanlığı`nın bir alt bileşeni haline geliyor.

Çevre Bakanlığı`nın sürekli değişen bu yapısı ile birlikte dikkat çeken bir husus da, çevre mevzuatında gerçekleştirilen sürekli değişikliklerdir. Çevrenin korunmasının,  ekonomik gelişmenin önünde bir engel olduğu ön yargısının ülke yönetiminde hakim olması, çevre mevzuatında da bitmek bilmeyen bir değişiklikler sürecine yol açmaktadır. Özellikle, çevre mevzuatına hayatiyet kazandıran yönetmeliklerde yapılan değişikliklerin çokluğu ve bu değişikliklerin mevcut yönetmelik hükümlerinin gevşetilmesi şeklinde gerçekleştirilmesi dikkat çekicidir. Bu konuda bilhassa Çevresel  Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği`nde ve 2004 yılı sonundan itibaren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği`nde yapılan değişiklikler örnek oluşturmaktadır.

Ülkemizde çevrenin korunması ve çevre yönetimine verilen önemin en önemli göstergelerinden birisi de çevrenin korunması konusunda görevlendirilen bakanlıklara bütçeden ayrılan paylardır. 513 milyar 924 milyon TL.`lık 2015 yılı bütçesinde, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı`na ayrılan pay 1 milyar 419 milyon TL,  Orman ve Su İşleri Bakanlığı`na ayrılan pay ise 12 milyar 509 milyon TL`dır. Her iki bakanlığın toplam bütçeden aldıkları pay oranı ise sadece  % 0.3 (binde üç) düzeyinde kalmaktadır. Sadece bu rakam bile ülke yönetiminde çevre sorunlarının ne derece bir önceliğe sahip olduğunu göstermektedir.

2012 ve 2014 yılı bahar aylarında Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yayımlanan çevre istatistikleri,  2012 yıl sonu itibarı ile atıksu arıtımı, katı atık bertarafı, tehlikeli atıklar gibi konularda ülkemizin performansını değerlendirecek verileri bizlere sunmaktadır.

TÜİK 2012 yılı atıksu istatistiklerine göre 2012 yılında ülkemizdeki 2950 belediyeye karşın yalnızca 460 atıksu arıtma tesisi bulunmaktadır. Bu 460 tesisten, Avrupa Birliği (AB) standartlarında arıtma yapan tesis sayısı ise 70 olup, 2012 yılında arıtılan 3,3 milyar metreküp atıksuyun 1,9 milyar metreküpü bu tesislerde arıtılmıştır. 2012 yılında üretilen evsel atıksu miktarının 4,07 milyar metreküp olduğu dikkate alınırsa, belediyelerde üretilen atıksuyun % 80`inin arıtıldığı, ancak AB standartlarında arıtılan atıksu oranının % 47 oranında olduğu ortaya çıkmaktadır.

İmalat sektöründe ise 2010 yılında üretilen 1.3 milyar metreküp atıksuyun 244 milyon metreküpünün yani,  %19`unun arıtıldığı anlaşılmaktadır.

Katı atık bertaraf tesisleri sayısı ise, kentsel atıksu arıtma tesislerine göre çok daha düşüktür. TÜİK 2012 yılı çevre istatistiklerine göre, ülkemizdeki düzenli depolama tesisi sayısı 664, kompost tesisi sayısı ise sadece 10 adettir. 2012 yılında belediye nüfusunun ancak %60`ının atıkları düzenli depolama veya kompost tesislerinde bertaraf edilmektedir. Ülkemizde katı atıkların organik madde içeriğinin %50-55 oranında olduğu düşünülürse, kompost tesisi sayısındaki azlık ve bu konuda yerli teknolojiler üretilememesi ayrı bir değerlendirme konusudur.

2.3 milyon tonu madencilik sanayi ve 800 bin tonu imalat sanayi olmak üzere ülkemizde toplam olarak 3.1 milyon ton tehlikeli atık oluştuğu, bu atıkların %75`inin depolama tesislerinde bertaraf edildiği ifade edilmektedir. Son günlerde İzmir Gaziemir`de ortaya çıkan ve radyoaktivite içeren atıklar, Uşak ilimizde görülen sakat ve ölü kuzu doğumlarındaki artışlara ve geçtiğimiz yıllarda Kütahya`da faaliyet gösteren bir maden işletmesinin atık baraj seddelerinin çökmesine ilişkin  haberler, madencilik ve sanayi sektöründe üretilen tehlikeli atıkların bertarafındaki önlemlerin ne kadar yeterli olduğunun bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

Enerji ihtiyacının yaklaşık olarak %73`ünü dış kaynaklardan karşılayan ülkemizde, sera gazı emisyonlarında belirgin bir artış görülmektedir. 2013 yılı toplam sera gazı emisyonu 459,1 milyon tona ulaşarak, 1990 yılı değerine göre %148`lik bir artış göstermiştir. Kişi başına düşen yıllık sera gazı emisyonu miktarında da artışlar görülmektedir. 1990 yılında 3,39 ton/yıl olan kişi başına düşen sera gazı emisyonu miktarı 2013 yılında  5,9 ton/yıl mertebesine yükselmiştir.

Yukarıda, çevrenin çeşitli bileşenlerine ilişkin resmi istatistik rakamları ile verdiğimiz tablo aslında yapılan uluslararası çalışmalarla da destekleniyor. Yale ve Columbia üniversiteleri tarafından gerçekleştirilen  ve ülkelerin doğal varlıkları ve çevreyi koruma konusundaki performanslarının değerlendirildiği  Çevresel Performans İndeksi (EPI) çalışmasında Türkiye 132 ülke arasında ancak 109`cu sırayı alabiliyor.

Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan ve çevresel sürdürülebilirlikle eşitlik arasındaki sıkı ilişkiye ışık tuttuğu ifade edilen İnsani Gelişim Raporu`nda ise ülkemiz    173 ülke arasında 92`ci sırada yer bulabiliyor.

Oysa, nüfusuyla ve ekonomisiyle dünyanın en büyük 18`nci ülkesi olan ülkemizin , çevre kalitesinin korunması ve geliştirilmesinde de benzer bir konumda olmasını beklemek gerekir. Ancak görülüyor ki eklektik mevzuat düzenlemeleri, sürekli değişen kurumsal yapılar ve bilimsel ilkelerden uzak yönetim anlayışlarıyla doğal varlıkların korunması ve insani gelişimin sürdürülmesi mümkün olamamaktadır.

 

                       TMMOB

Çevre Mühendisleri Odası

İzmir Şubesi Yönetim Kurulu

 

 

 

 

 

 

 

 

 

29.01.2016 00:00
Okunma Sayısı: 508