TMMOB Çevre Mühendisleri Odası
TMMOB
Çevre Mühendisleri Odası
ÖÇKAN VE DİĞERLERİTÜRKİYE DAVASI(BAŞVURU NO:46771/99)

ÖÇKAN VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE DAVASI

İçtihat Metni
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ
ÖÇKAN VE DİĞERLERİ - TÜRKİYE DAVASI(Başvuru no:46771/99)

KARARIN ÖZET ÇEVİRİSİ
STRAZBURG
28 MART 2006

İşbu karar Sözleşme`nin 44 § 2. maddesinde belirtilen koşullar çerçevesinde kesinleşecek olup şekli bazı düzeltmelere tabi tutulabilir.

Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılan 46771/99 başvuru no`lu davanın nedeni, Türk vatandaşı Ali Öçkan ve isimleri ekli listede bulunan diğer üç yüz on dört kişinin (Başvuranlar) Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi`ne (AİHM) 25 Eylül 1998 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlükleri Sözleşmesi`nin (AİHS) eski 25. maddesi uyarınca yapmış oldukları başvurudur.

Başvuranlar, İzmir Barosu avukatlarından S. Özay tarafından temsil edilmektedirler.

OLAYLAR

Dava, Bergama ilçesi (İzmir) sınırları dahilinde, Ovacık`ta altın madeni işletmesi izninin verilmesi ile ilgilidir. Bu konu AİHM`nin 10 Kasım 2004 tarihinde verdiği kararın konusuyla aynıdır (Taşkın ve diğerleri, no: 46177/99, AİHM 2004-...).

Başvuranlar, Bergama ve çevre köylerinde oturan şahıslardır.

Sonradan Normandy Madencilik A.Ş adını alan E. M. Eurogold Madencilik Anonim Şirketi "Şirket", 16 Ağustos 1989 tarihinde, altın aramalarını başlatma iznini almıştır. Daha sonra Şirket mevzuatın gerekli kıldığı diğer izinleri almıştır.

2872 sayılı Çevre Kanunu`nun 10. maddesine uygun olarak, çevre üzerindeki etkinin değerlendirilmesi prosedürü Çevre Bakanlığı`nın inisiyatifi ile başlatılmıştır.

26 Ekim 1992 tarihinde, etki incelemeleri ile ilgili hazırlıklar çerçevesinde, halka açık bir toplantı düzenlenmiştir. Köy halkı bu toplantı sırasında özellikle ağaçların kesimini,patlayıcı ve sodyum siyanür kullanımını kınamış; ayrıca, atıkların yeraltı suları içine sızması konusundaki kaygılarını dile getirmiştir. Atık barajı, deprem durumunda doğacak riskler ve kapanıştan sonra altın madeninin durumu hakkındaki birçok soru, toplantıda hazır bulunan uzmanlara sorulmuştur. Özellikle bir referandumun tertip edilmesi ve gerekli önlemlerin alınması talep edilmiştir.

Etki incelemesi, yirmi yedi aylık bir hazırlıktan sonra Çevre Bakanlığı`na sunulmuştur. Bakanlık, bu incelemenin sonuçlarına dayanarak, 19 Ekim 1994 tarihinde,Ovacık altın madenine işletme müsaadesinin verilmesini kararlaştırmıştır.

8 Kasım 1994 tarihinde, başvuranların da aralarında bulunduğu Bergama ve çevre köyleri halkı, Çevre Bakanlığı tarafından kabul edilmiş olan izin verme kararının iptal edilmesi için İzmir İdare Mahkemesi`ne başvuruda bulunmuşlardır. Değerli madenin çıkarılması için şirket tarafından siyanür kullanılmasının tehlikeleri, özellikle yeraltı su tabakasının kirlenmesi, mahalli bitki ve hayvanların yokedilmesi riskleri, belirtilen gerekçeler arasında yer almıştır. Ayrıca, bu türden bir işletme yönteminin insan sağlığı ve güvenliği için gösterdiği tehlikeyi belirtmişlerdir.

İdari Mahkeme, 2 Temmuz 1996 tarihinde, başvuranların talebini reddetmiştir. Mahkeme`nin değerlendirmesine göre, altın madeni çevresel etki değerlendirmesi kapsamında tayin edilen kriterlere uygundu ve itiraz edilen karar, çevreyi etkileyebilen projeler ile ilgili izin prosedürüne uygun olarak alınmıştı.

Başvuranların başvurduğu Danıştay, 13 Mayıs 1997 tarihinde, Mahkeme`nin kararını bozmuştur. Kendisine sunulan muhtelif uzman raporları ve çevresel etki değerlendirmesi tarafından ortaya konan şekli ile sözkonusu madencilik faaliyetinin fiziki, ekolojik, estetik, sosyal ve kültürel etkilerini değerlendirmeye almıştır. Bu incelemelerin, yerel ekolojik sistem ile insan sağlığı ve güvenliği için sodyum siyanür kullanımının tehlikelerini ortaya koyduğunu belirtmiş; sözkonusu maden işletme müsaadesinin hiçbir şekilde kamu yararına uygun olmadığı ve şirketin taahhüt ettiği güvenlik önlemlerinin, bu tür faaliyetlerin içerdiği riskleri
yok etmek için yeterli olmadığı sonucuna varmıştır.

İdari Mahkeme, Danıştay kararına uyarak, 15 Ekim 1997 tarihinde, Çevre Bakanlığı tarafından kabul edilen izin verme kararını iptal etmiştir.

Danıştay, 1 Nisan 1998 tarihinde, idari mahkeme kararını onamıştır.

Bu arada, Danıştay Kararı, 20 Ekim 1997 tarihinde, Çevre Bakanlığı`na bildirilmiştir.

Bakanlık, 23 Ekim 1997 tarihinde, Danıştay kararına göre, anlaşmazlık konusu işletmeye izinlerin veriliş şartlarını gözden geçirmek üzere yetkili mercileri göreve davet etmiştir.

Aynı zamanda, başvuranlar, idari yargı kararlarının uygulamaya konmasını sağlamak üzere, 24 Aralık 1997 tarihinde, Çevre Bakanı`na, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı`na, Orman Bakanı`na ve İzmir Valisi`ne bir ihbar mektubu göndermişlerdir.
İzmir Valiliği, 27 Şubat 1998 tarihinde altın madeninin kapatılmasını kararlaştırmıştır.

Hükümet`e göre, maden Nisan 2001 tarihine kadar faaliyette bulunmamıştır.

Şirket, müsaade almak üzere 12 Ekim 1998, 28 Ocak ve 3 Mart 1999 tarihlerinde muhtelif bakanlıklara başvurmuştur.

Dönemin başbakanı, şirketin talebi konusuna doğrudan müdahale etmiştir. Başbakanın başvurusu üzerine Danıştay, 5 Aralık 1999 tarihli istişare niteliğinde olan bir görüşle, 3 Mayıs 1997 tarihli kararının altın madenlerinin işletilmesinde siyanür kullanımının mutlak yasaklanması olarak yorumlanamayacağını ve özel durumların dikkate alınabileceğini belirtmiştir.

Başbakan, buna paralel olarak, Mart 1999 tarihinde, altın madeni işletmesinde siyanür kullanımının muhtemel etkisi hakkında bir rapor hazırlaması için Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu`nu «TÜBİTAK» görevlendirmiştir.

TÜBİTAK tarafından hazırlanan uzmanlık raporu «TÜBİTAK Raporu» Ekim 1999 tarihinde teslim edilmiştir. Bu rapor, Danıştay kararında belirtilen insan sağlığı ile çevreyi tehdit eden risklerin, «sıfır atık» prensibine dayalı olan ve çevre ile uyumlu yüksek bir teknolojinin kullanımına bağlı olarak tamamen kaldırıldığı veya kabul edilebilir sınırların altına çekildiği ve ekolojik sistem üzerindeki etki riskinin, bilimsel kriterlere göre, kabul edilebilir seviyenin çok altında kaldığı sonucuna varmıştır.

Bakanlar Kurulu, 29 Mart 2002 tarihinde, Bergama (İzmir) ilçesi sınırları dahilinde Ovacık ve Çamköy civarında bulunan ve Normandy Madencilik A.Ş. şirketine ait altın madeninin faaliyetlerine devam edebileceğine ilişkin «bir prensip kararı» almıştır.

Bu karar, kamuya açıklanmamıştır.

Danıştay Sekizinci Dairesi, 30 Temmuz 2002 tarihinde, 29 Mart 2002 tarihli Bakanlar Kurulu kararının usul yönünden iptalini amaçlayan ve İzmir Barosu tarafından yapılan iptal müracaatını usulden kabul edilmez bulmuştur.

Danıştay Genel Kurulu, 7 Mart 2004 tarihinde, 30 Temmuz 2002 tarihli kararı bozmuştur. Danıştay Genel Kurulu, söz konusu altın madeni faaliyetlerinin tekrar başlatılması ile ilgili işlemlerin bu karara dayandırılmış olmasına rağmen itiraz konusu olan Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazete`de yayınlanmamış olduğunu ve kararın kamuya açıklanmadığını özellikle dikkate almıştır. Danıştay Genel Kurulu, itiraz konusu kararın bir kopyasını edinmek için davacı tarafın karşılaştığı imkansızlık karşısında, idari yargı merciinin, etkili bir hukuki başvurunun yapılmasını sağlamak üzere bu sureti elde etmesi
gerektiğini değerlendirmiştir.

Danıştay Altıncı Dairesi, 23 Haziran 2004 tarihinde, Bakanlar Kurulu kararının yürütülmesinin durdurulmasını kararlaştırmıştır.
Bakanlar Kurulu kararının iptali ile ilgili müracaatı halen Danıştay önünde bulunmaktadır.

İzmir Valiliği, 23 Haziran 2004 tarihli karara dayanarak, 18 Ağustos 2004 tarihinde maden işletmesinin durdurulmasını kararlaştırmıştır.

Çevre ve Orman Bakanlığı, 27 Ağustos 2004 tarihli bir yazı ile, Şirket tarafından sunulan nihai etki incelemesi konusunda olumlu görüş verdiğini Normandy Madencilik A.Ş.şirketine bildirmiştir.

HUKUK AÇISINDAN

I. KABUL EDİLEBİLİRLİK HAKKINDA

Başvuranlar, AİHS`nin 2, 6, 8 ve 13. maddelerinin ihlal edildiğini iddia etmektedirler.

Hükümet hiçbir kabul edilemezlik itirazında bulunmamıştır.

AİHM, başvuranların sayısının taraflar arasında ihtilaf konusu teşkil ettiğini gözlemlemektedir. Sonuç olarak ilk etapta başvuranların avukatı beş yüz beş başvurandan oluşan bir liste sunmasına rağmen, bütün vekaletnameleri sunamamıştır. Hükümet ise, bazı başvuranların imzaladığı başvurunun takibinden vazgeçtiğine dair mektuplar sunmuştur.

AİHM, elinde bulunan unsurların tümünü gözönüne alarak, üç yüz on beş başvuranın gerekli ve uygun şekilde doldurdukları vekaletnamelerini sunduğunu belirtmektedir. Ancak, AİHM, tarafların argümanları ışığında, sözkonusu başvuranlar tarafından sunulan şikayetlerin, başvurunun incelendiği bu aşamada çözüme kavuşturulamayacak ancak esastan incelemeyi
gerektiren ciddi maddi ve hukuki sorunlara neden olduğu kanaatindedir; buradan yola çıkarak, bu şikayetin AİHS`nin 35§3 maddesince açıkça dayanaktan yoksun olduğu söylenemez.

Ayrıca, başka hiçbir kabul edilemezlik gerekçesi saptanmamıştır.

II. AİHS`NİN 8. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

Başvuranlar, ulusal makamlar tarafından siyanür yöntemi ile altın madeni işletmeciliğine izin verilmesi yönündeki kararla AİHS`nin 8. maddesi ile güvence altına alınan haklarının ihlal edildiğini iddia etmektedirler.

Hükümet, 8. maddenin bu davaya uygulanamayacağını ileri sürmekte ve başvurunun kabul edilemez bulunmasını talep etmektedir.

AİHM, Taşkın ve diğerleri (sözüedilen karar, § 113) kararında, madencilik faaliyetinin tehlikeli etkilerinin, bir çevre etkin değerlendirmesi çerçevesinde özel ve aile hayatıyla yeterince yakından ilgili olduğunu ortaya koyacak şekilde tespit edildiğinde, AİHS`nin 8. maddesinin duruma uygulandığını hatırlatmaktadır.

Bu durumda AİHM, ilgililerin, sözkonusu madenin işletilmesi için sodyum siyanür suyla yıkama tekniğine başvuran Ovacık altın madeni çevresinde bulunan köylerde yaşadıklarını not etmektedir. Yapılan birçok araştırma, altın madeninin neden olduğu riskleri ortaya koymuştur. Bu çalışmalara dayanarak Danıştay, 13 Mayıs 1997 tarihinde verilen izin kararının kamu menfaatiyle bağdaşmadığı sonucuna varmıştır. Sonuç olarak 8. maddenin uygulanabilirliği konusunda bir şüphe bulunmamaktadır.

AİHM, çevre sorunları üzerinde etkisi olan Devlet kararlarına konu teşkil etmiş bir davada, yapacağı incelemenin iki yönünün bulunduğunu hatırlatmaktadır. Birincisi, 8. maddeye uygun olduğundan emin olmak amacıyla ulusal mercilerin kararının maddi içeriğini değerlendirebilir. İkincisi, kişi menfaatlerinin gözönünde bulundurulup bulundurulmadığını doğrulamak amacıyla karar alma süreciyle ilgilenebilir (Bkz. mutatis mutandis, Hatton ve diğerleri-Birleşik Krallık, no: 36022/97, § 99, AİHM 2003-VIII).
Ovacık altın madenine izin verilmesi konusunda ulusal makamların aldıkları kararın içeriği hakkında AİHM, kararın kamu menfaatine uygun olmadığına dair ulusal mahkemelerin vardığı sonucu bertaraf etmek için hiçbir neden görmemektedir. Geriye karar alma sürecinin, 8. madde tarafından tanınan usul güvencelerine riayet edilerek gelişip gelişmediğini
doğrulamak kalmaktadır.

AİHM, Devlet için çevre ve ekonomi politikasına ilişkin karmaşık sorunları irdelemek sözkonusu olduğunda, karar alma süreci öncelikle, çevre ve kişi haklarını ihlal edebilecek faaliyetlerin etkilerini tespit edecek ve önleyecek şekilde uygun soruşturma ve araştırmaların yapılmasını ve böylece birbiriyle çatışan çeşitli menfaatler arasında dengenin sağlanmasını gerektirdiğini hatırlatmaktadır. Halkın, yapılan araştırmaların sonuçlarına ve karşı karşıya olduğu tehlikenin değerlendirilmesini sağlayan bilgilere ulaşmasının önemi kuşku götürmemektedir. Sonuç olarak ilgili kişiler, karar alma sürecinde menfaatlerinin ya da
görüşlerinin yeterince gözönünde bulundurulmadığına kanaat getirdikleri takdirde, her türlü karara, eyleme ya da ihmale kaşı mahkemeler önünde itirazda bulunabilmelidir (Taşkın ve diğerleri, § 118).

Bu durumda, 19 Ekim 1994 tarihinde Ovacık altın madenine Çevre Bakanlığı tarafından verilen izin kararının öncesinde, uzun sürede yürütülen bir dizi soruşturma ve inceleme yapılmıştır. Öncelikle, etki incelemesi gerçekleştirilmiştir. Daha sonra 26 Ekim 1992 tarihinde bölge halkını bilgilendirme toplantısı düzenlenmiştir. Başvuranlar ve bölgede 6 yaşayan halk, sözkonusu inceleme de dahil olmak üzere uygun bütün belgelere ulaşabilmişlerdir.

13 Mayıs 1997 tarihinde Danıştay, 19 Ekim 1994 tarihli kararı iptal etmiştir. Danıştay kararı, yaşam hakkı ve çevre hakkı ile ilgili Devletin pozitif yükümlülüğüne dayanmaktadır.

Ancak, sözüedilen Taşkın ve diğerleri kararında belirtildiği gibi, Ovacık altın madeninin kapatılması kararı 27 Şubat 1998 tarihinde, yani 13 Mayıs 1997 tarihli kararın verilmesinden on ay sonra ve İdare`ye kararın tebliğ edilmesinden dört ay sonra verilmiştir.

Ayrıca, 1 Nisan 2000 tarihinde Başbakan`ın müdahalesinin ardından değişik Bakanlıklar tarafından verilen izinlerin yasallığı hakkında uzun süren anlaşmazlığın tek kaynağı, İdare`nin yargı kararlarına ve ulusal mevzuata uymayı reddetmesidir. Ulusal
mahkemelerin vurguladıkları gibi sözkonusu izinler, Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği`nin 6. maddesi gözönüne alındığında etki incelemesine dayanan iznin verilmesi kararı olmadan hiçbir yasal temeli olamaz. Ayrıca hiç kimse, mahkemelerin iptal ettiği kararın yerini alacak yeni bir kararın olduğunu ileri sürmemektedir.

AİHM, İdare`nin, hukuk Devleti`nin bir parçasını oluşturduğunu ve adaletin en iyi şekilde işlemesinin İdare`nin yararına olduğunu, eğer İdare görevini yerine getirmekte ihmalkarlıkta bulunursa veya yerine getirmeyi reddederse ya da geç yerine getirirse, yargıya başvuran kişinin faydalandığı güvencelerin var olma nedenlerini kaybedeceğini hatırlatmaktadır (Bkz. mutatis mutandis, Hornsby-Yunanistan, 19 Mart 1997 tarihli karar, 1997-II, s. 510-511, § 41).

Bu tespit zorunludur. Zira dava koşullarından, Türk mevzuatının sunduğu usul güvencelerine ve adli kararlarla sözkonusu güvencelerin somutlaştırılmasına karşın, Bakanlar Kurulu`nun 29 Mart 2002 tarihinde, aleni olarak açıklanmayan bir kararla, 2001 yılının Nisan ayında tekrar faaliyete geçen altın madeninin faaliyetlerine devam etmesine izin verdiği açıkça ortaya çıkmaktadır. Böylece makamlar, başvuranların elinde bulunan usul  güvencelerini, her türlü etkililiğinden yoksun bırakmışlardır.

AİHM, Savunmacı Devlet`in başvuranların özel ve aile yaşamlarına saygı hakkını güvence altına alma zorunluluğunu, AİHS`nin 8. maddesine aykırı olarak yerine getirmediğini tespit etmektedir.

Sonuç olarak bu hüküm ihlal edilmiştir.

III. AİHS`NİN 6§1 MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

Başvuranlar, İdare`nin idari mahkeme kararlarına uymayı reddetmesinin medeni hakları bakımından etkili adli koruma haklarını ihlal ettiğini iddia etmektedirler. Başvuranlar AİHS`nin 6§1 maddesini ileri sürmektedirler.

AİHM, Taşkın ve diğerleri kararında (§130-134), başvuranların Türk hukuku gereğince çevrenin ihlal edilmesine karşı korunma haklarının bulunduğunu savunulabilir bir şekilde ileri sürebileceğinden ve idari mahkemeler önündeki yargılamanın sonucunun
ilgililerin medeni hakları ile ilgili olduğundan dolayı, 6. maddenin bu duruma uygulanabileceği sonucuna varmıştır. Bu davada aynı durum sözkonusudur.

AİHM, yukarıda belirtildiği üzere, Danıştay`ın 13 Mayıs 1997 tarihinde verdiği kararın, bu amaçla öngörülen süre zarfında yerine getirilmediğini tespit etmektedir.

Başbakan`ın girişimi üzerine Bakanlık izinlerine dayanan 13 Nisan 2001 tarihinde Ovacık altın madeninin faaliyetlerinin yeniden başlatılması kararının hiçbir yasal dayanağı yoktur ve idari mahkemelerin de vurguladığı gibi yargı kararını dikkate almama anlamına gelmektedir.

Böyle bir durum ise, hukukun üstünlüğü ve adli kararların güvenliğine dayanan hukuk Devleti`ne zarar vermektedir.
Yukarıdaki değerlendirmeleri gözönüne alarak, AİHM, ulusal makamların İzmir İdare Mahkemesi`nin 15 Ekim 1997 tarihinde verdiği ve 1 Nisan 1998 tarihinde Danıştay tarafından onanan kararına gerçekten ve makul süre içinde uymadıklarına ve böylece AİHS`nin 6§1 maddesinin her türlü etkililiğinden yoksun bırakıldığına kanaat getirmektedir.

Dolayısıyla AİHS`nin 6§1 maddesi ihlal edilmiştir.

III. AİHS`NİN 2 VE 13. MADDELERİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

Başvuranlar, ulusal makamların siyanürle altın madeni işletilmesine izin vermelerinin ve bu makamların idari mahkemelerin verdiği kararlara uymayı reddetmelerinin sırasıyla yaşam haklarını ve etkili adli koruma haklarını ihlal ettiğini   savunmaktadırlar. Başvuranlar AİHS`nin 2 ve 13. maddelerini ileri sürmektedirler.

AİHM, bu şikayetlerin özü itibariyle yukarıda değerlendirilen AİHS`nin 8 ve 6§1 maddeleri açısından sunulan şikayetlerle aynı olduklarını tespit etmektedir. Dolayısıyla AİHM, şikayetleri ileri sürülen hükümler açısından ayrıca incelemeye gerek olmadığına
kanaat getirmektedir.

IV. AİHS`NİN 41. MADDESİNİN UYGULANMASI HAKKINDA

A. Tazminat

Başvuranlar, her birinin uğradığı maddi ve manevi zararın 10.000 Euro olduğuna kanidirler. Başvuranlar madenin işletilmesinden kaynaklanan birçok sağlık problemlerinin bulunduğunu ifade etmektedirler. Aynı şekilde başvuranlar, hayvanlarını kaybetmeleri ve bölgede büyük oranda zirai faaliyetlerin azalması nedeniyle mali zarara uğradıklarını
belirtmektedirler.

Hükümet, başvuranların talebinin aşırı olduğu ve sebepsiz zenginleşmeye neden olacağı kanaatindedir.

AİHM, tespit edilen ihlaller arasında illiyet bağı ve başvuranların maruz kalabilecekleri herhangi bir maddi ya da fiziki zarar görmemektedir. Ayrıca dosyada bu iddiayı destekleyecek hiçbir delil bulunmamaktadır. Dolayısıyla maddi ve fiziki zararla ilgili
iddiaları reddetmek uygun olacaktır.

AİHM iddia edilen manevi zarar konusunda ise, incelenen olaylarla aynı olan olaylar nedeniyle AİHS`nin 6 ve 8. maddelerinin ihlal edildiği sonucuna varılan ilke kararını daha önce verdiğini hatırlatmaktadır (Bkz. Taşkın ve diğerleri). Sonuç olarak ve dava koşullarını gözönüne alarak, AİHM hakkaniyete uygun olarak başvuranların her birine 3.000 Euro verilmesine karar vermektedir.

B. Masraf ve Harcamalar

Başvuranlar, avukat ücreti olarak 146.300 Euro istemektedirler. Ayrıca miktar belirtmeksizin ulusal mahkemeler ve AİHM önünde yaptıkları masraf ve harcamaların ödenmesini istemektedirler. Başvuranlar taleplerine dayanak olarak hiçbir delil
sunmamaktadırlar.

Hükümet bu iddiaların aşırı olduğunu ve kanıtlanmadığını belirtmektedir.

AİHM, AİHS`nin 41. maddesi bakımından yalnızca gerçekten yapıldığı ve makul tutarda olduğu ortaya konulan masrafların ödendiğini hatırlatmaktadır (Nikolova-Bulgaristan, no: 31195/96, § 79, AİHM 1999-II). Dolayısıyla AİHM, masraf ve harcamalar adı altında başvuranlara toplu olarak 5.000 Euro verilmesinin makul olduğuna karar vermektedir.

C. Gecikme Faizi

Gecikme faizi olarak Avrupa Merkez Bankası`nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puan eklenecektir.

BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK, MAHKEME, OYBİRLİĞİYLE,

1. Başvurunun kabul edilebilir olduğuna;

2. AİHS`nin 8. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna;

3. AİHS`nin 6. maddesinin ihlal edilmiş olduğuna;

4. AİHS`nin 2. ve 13. maddelerine yönelik şikayetlerin ayrıca incelenmesine gerekolmadığına;

5. a) AİHS`nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren 3 ay içinde,ödeme tarihindeki döviz kuru üzerinden Türk Lirası`na çevrilmek üzere, Savunmacı Hükümet`in,

i. manevi tazminat için her bir başvurana 3.000 (üç bin) Euro,
ii. masraf ve harcamalar için başvuranlara ortaklaşa 5.000 (beş bin) Euro
iii. sözkonusu miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak ödemesine,

b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar, Hükümet`in,Avrupa Merkez Bankası`nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına;

6. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine;

karar vermiştir.

İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM İçtüzüğü`nün 77 §§ 2 ve 3 maddesi gereğince 28 Mart 2006 tarihinde yazılı olarak bildirilmiştir.

28.03.2006 00:00
Okunma Sayısı: 1642